PERŞEMBE BULUŞMALARI - Mario Levi
Pera Palas’ın her
ay ‘’Perşembe Buluşmaları’’ adıyla düzenlediği geleneksel edebiyat söyleşileri
3 sezondur devam ediyor, bende bu etkinliğe çok zevk alarak katılıyorum... Pera
Palas Orient Bar’da yapılan bu söyleşiler katılan yazarın kitaplarını tanıttığı,
yazarlık serüvenini anlattığı, tanıtımını yaptığı kitaplarından bazı bölümleri
okuduğu, edebiyata, hayata, insana dair keyifli sohbetlerin yapıldığı bir
edebiyat şöleni...
Bu sezonun
ilk toplantısına katılan konuk yazar Mario Levi idi ve Doğan Kitap’tan çıkan
son kitabı ‘’Size Pandispanya Yaptım’’ romanı ve genel olarak edebiyat üzerine
güzel bir söyleşi gerçekleştirdi ve biz katılımcılarda zevkle dinledik... Söyleşide konuşulanları ve yazarın kitaplarına dair anlattıklarını aşağıda
özetlemeye çalışacağım, umarım bu edebiyat söyleşileri hakkında size bir fikir
verebilirim...
Mario
Levi bugüne kadar on kitap yazdığını bunun altısının roman olduğunu belirtti ve
bu son roman alışılagelmiş bir M. Levi romanı değil dedi... bu kitabı tam 1
yılda yazdım oysa diğer kitaplarımı 3-4 yılda yazmıştım (hatta ‘’İstanbul Bir Masaldı’’
romanının yazımı 7 yıl sürdü dedi) diye belirtti.. diğer farklılık ise kitabın sayfa
sayısında... bu roman 340 sayfa oysa diğer kitaplarım 500-600 sayfa civarında olurdu
dedi... her ne kadar 1 yılda yazdıysam da kitabın oluşum süreci oldukça uzun
zamana (10-12 yıl kadar) yayıldı diye de belirtti... hayatta en sevdiğim şeyler ‘’yazmak, okumak, yemek yapmak ve yemek’’tir
diye sözüne devam etti ve bu romanın yemek hikayelerinden oluştuğunu söyledi...
önce her yemeğin çevresinde gelişen bir hikaye kitabı (öykü demekten
hoşlanmıyormuş) yazmak istemiş ama yazmaya başladıktan sonra kendiliğinden
romana dönüştüğünü görmüş ve o şekilde devam ettirmeye karar vermiş... ‘’yemek’’
toplumsal bir hafızadır, toplumların karakterleri yemekleri ile örtüşür, dolayısıyla
ben toplumsal hafızanın peşinde olduğum ve bunu inşa etmek istediğim için yemek
hikayeleri yazdım dedi...
Yemek
gibi coğrafyanın da insanların karakterleri üzerinde büyük etkisi olduğu ve
İbn-i Haldun’un ‘’coğrafya kaderdir’’ sözünü nasıl aktarabilirim diye
düşündüğünü belirtti.
Yemek
yapmayı 11 yaşından itibaren babaannesini -karşısında bir tiyatro varmışcasına- izleyerek öğrendiğini, 13-14 yaşında
karnıyarık yapabilecek düzeye geldiğini ve durumunu usta çırağına meşk yoluyla bilgisini aktarıyor
gibiydi diye anlattı... gerçi babaannesinin bu durumdan hiç memnun olmadığını, yardım
edeyim veya bana öğret dediğinde ‘’erkek adam yemek yapmaz’’ ve ‘’evlendiğinde
karına öğretirim’’ dediğini söyledi... gerçi evlendiğimde babaannem vefat etmişti karıma
öğretemedi ama ben onu izleyerek öğrenmiştim zaten dedi... önemli olan yemek
tarifi değil hikayesidir ve bu roman yemekle bağlantılı bir aile
hikayesidir diye belirtti...
M.
Levi bilgisayar kullanmadığını, dolma kalemle ve yeşil mürekkeple (nedenini
bilmiyormuş) yazdığını söyledi... bu
kitabın ilk müsveddesi 550 sayfaymış ama sonra azaltmaya karar vermiş... ve roman
bir eksiltme sanatıdır, heykel ve diğer sanatlarda böyledir ama bunu anlamam 25
yılımı aldı dedi... çıkardığı sayfaları da bu kez hikaye kitabı olarak
yazacağını ve binbir gece masalları tadında olacağını söyledi...
Katılımcılardan
yazarın tüm romanlarını okumuş bir bey yazarlar tüm eserlerinde aynı kitabı mı
yazar diye bir soru sordu... M. Levi de bana bir hocam tek bir romanın
ciltlerini yazıyorsun demişti diye belirtti ve ağırlıkla İstanbul’u anlattığını çünkü en
iyi bildiği şeyi yazdığını söyledi... Balzac’ın 94 roman yazdığını, bunun
inanılmaz olduğunu ve hepsinin ‘’İnsanlık
Komedyası’’ başlığı adı altında toplanabildiğini söyledi... kendisini de bu
geleneğin bir parçası olarak gördüğünü belirtti...
Karakterleri
ile arasında nasıl bir bağ olduğu soruldu... yazar kahramanlarımı çok iyi tanırım
huylarını, düşüncelerini, kıyafetlerini bile romanın başında bilirim...
hikayeyi kafamda oluştururum, sonrada gelen çağrışımlara bırakırım dedi... sonunda
başlangıçtakinden farklı bir hikaye çıkar ama karakterlerim hiç değişmez ve her karakterimde benden bir parça vardır dedi... bütün romanlar
otobiyografiktir görüşünde yazar.... bu kendi başımdan geçenleri yazmak değil,
karşılaştığımız insanların üzerimizdeki bıraktıklarını, hissettirdiklerini içselleştirmek
ve bunu yansıtmaktır dedi...
En
sevdiği yazar Marcel Proust’muş ve hem ustam hem de celladımdır dedi... ustam
çünkü ondan çok şey öğrendim, celladım çünkü Fransızca yazmaktan vazgeçmeme
sebep oldu çünkü Fransızca yazabilen oydu dedi...
Türk edebiyatı olarak daha emekleme döneminde olduğumuzu, üslubun çok önemli olduğunu, günümüzde hayatın da, edebiyatın da, siyasetin de sıradanlaştığını Camus’ların, Sartre’lerin artık olmadığını ve sıradanlaşmaya direnmek için
edebiyatın son kale olduğunu belirterek sohbeti bitirdi... kitaplarımızı yeşil mürekkeple imzaladı ve keyifli bir
söyleşiyi de böylece nihayetlendirdik...
Harika
YanıtlaSilTeşekkürler
Sil