SVETLANA BOYM - Ninoçka
Bu
kitabı yazarı için almıştım.. farklı ülke yazarlarından
okumaya çalışıyorum her kültürün kendine özgü özellikleri
var ve değişik şeyler öğrenebiliyorsun... Bu romanın yazarı da
Harvard Üniversitesi’nde Slav dilleri ve karşılaştırmalı
edebiyat profesörü bir Rus... açıkçası çok beğeneceğim bir
kitap olacağını düşünmüştüm... kitap tanıtımındaki
detektiflik hikayesi benim için önem arz etmemişti çünkü ben
polisiye sevmem ve çok nadir okurum... tanıtım
bütünüyle cinayet üzerinden gidiyorsa da daha çok sistem
değişikliğinin anlatıldığı bir roman olacağını
düşünmüştüm... maalesef her ikisi de değilmiş... okuyucu bu
kitabı salt detektiflik hikayesi için alıyorsa anlamsız olur
çünkü bu türle uzaktan yakından ilgisi yok... evet kitabın
başında bir cinayetten bahsediliyor ama sonrasında konu çok
farklı bir mecrada ilerliyor, kitabın bitmesine 10-15 sayfa kalınca
cinayeti kimin işlediği laf arasında kısaca belirtiliyor artık
okuyucuya ayıp olmasın diye...kitap tanıtımının bu kadar
yanıltıcı olması sanırım ticari kaygılar nedeniyle ama doğru
olmadığı kesin...
Ben
farklı bir hikaye bekliyordum, isteğimde gerçekleşti ama bir
sistem değişikliğinin anlatımından çok göçmen olmanın
hatta Rus Göçmen olmanın zorluklarından bahseden bir hikaye
çıktı... 1930’larda göçmen olmak nasıldı? 1970-80’lerde
göçmen olmak nasıldı şeklinde giden bir kurgulama var...
cinayeti araştırıyor gibi gözüken tarihçi Tanya, yazarın
kendisi ile özdeşleşiyor gibi (bir miktar otobiyografik yan
seziliyor)... sürekli dil sorunlarından (ki yine yazarın etkisi)
bahsediliyor, Rusçada şöyle denilirdi Fransızcada böyle şeklinde insanı bıktıracak kadar benzer anlatım var...
yine aynı şekilde uzun uzun film ve film sektöründen bahsedilmiş,
bunlar insanı yoruyor... aslında ana hikaye; öldürülen Nina ve
cinayeti araştıran Tanya’nın çevresindeki bir şekilde
birbirleriyle alakalı insanların sosyal ve siyasal
durumlarını/fikirlerini ülkeleri (Rusya) ile ilişkili olarak -50
yıllık zaman aralığında- ortaya koymak... tabi her şey
göçmenlik çerçevesine oturtularak anlatılıyor... ama o kadar
laf kalabalığına getirilerek ve gereksiz detaylarla anlatılmış
ki çok
sıkıcı ve bıktırıcı olmuş... konu boğulmuş ve siz hikayenin
içine bir türlü giremiyorsunuz... sanki anlamak için kendinizin
de Rus göçmeni olmanız gerekiyor gibi... kitabı okurken hep uygun
bir süzgeç olsa kitabı bir eleyip okusam güzel
bir şey çıkacakmış gibi hissettim...
Açıkçası
ben beklediğimi bulamadım....
Çevirmen : Yiğit Yavuz
Sayfa Sayısı: 328
Sayfa Sayısı: 328
Basım
Yılı: 2012
Yayınevi: Metis
Yayınevi: Metis
Yıl: 1939 Yer: Paris Kurban: Nina Belskaya adında
bir Rus göçmeni. Paris'teki Rus entelektüelleri arasında asiliği ve
"köksüzlüğü" ile tanınan bir genç kadın. Fail: Meçhul. Nina'yı kim ve
neden öldürmüştü? Fikirleri yüzünden siyasi bir cinayete mi yoksa çekiciliği
yüzünden bir aşk cinayetine mi kurban gitmişti?
1980'lerde Rusya'dan ABD'ye göç eden ve şimdi New York'ta tarih yüksek lisansı yapmakta olan Tanya, Nina Belskaya'nın adına bir dipnotta rastladığından beri bu sorunun cevabını merak ediyor. Nihayet dedektif rolünü üstlenip Paris'e giderek olayı soruşturmaya başladığındaysa işlerin sandığından daha da çetrefil olduğunu görüyor. Nina'nın öldürülmesiyle, başrolünü Greta Garbo'nun oynadığı 1939 yapımı Ninoçka filmi arasında nasıl bir bağlantı var? Bu cinayeti kimler, neden örtbas etti? Her cevabın yeni bir soru doğurduğu bu araştırmanın ortasında bir de Rusya'daki büyükannesinin ölüm haberini alan Tanya, yıllardır ayak basmadığı memleketine gidiyor; komünizmi feshedip kapitalizmi kucaklamış olan ülkenin geçirdiği değişime tanık olmanın yanı sıra, Nina Belskaya cinayetiyle ilgili şaşırtıcı bilgiler ediniyor.
Ninoçka, dedektiflik romanı geleneğiyle hem inceden alay eden hem de bu geleneğin ustalıklı bir kullanımını içeren; sürgün, nostalji, kuşak ve kültür çatışması gibi kavramlar üzerinde duran; oyuncu tarzıyla okura muzipçe göz kırpan keyifli, zevkle okunacak bir kitap.
1980'lerde Rusya'dan ABD'ye göç eden ve şimdi New York'ta tarih yüksek lisansı yapmakta olan Tanya, Nina Belskaya'nın adına bir dipnotta rastladığından beri bu sorunun cevabını merak ediyor. Nihayet dedektif rolünü üstlenip Paris'e giderek olayı soruşturmaya başladığındaysa işlerin sandığından daha da çetrefil olduğunu görüyor. Nina'nın öldürülmesiyle, başrolünü Greta Garbo'nun oynadığı 1939 yapımı Ninoçka filmi arasında nasıl bir bağlantı var? Bu cinayeti kimler, neden örtbas etti? Her cevabın yeni bir soru doğurduğu bu araştırmanın ortasında bir de Rusya'daki büyükannesinin ölüm haberini alan Tanya, yıllardır ayak basmadığı memleketine gidiyor; komünizmi feshedip kapitalizmi kucaklamış olan ülkenin geçirdiği değişime tanık olmanın yanı sıra, Nina Belskaya cinayetiyle ilgili şaşırtıcı bilgiler ediniyor.
Ninoçka, dedektiflik romanı geleneğiyle hem inceden alay eden hem de bu geleneğin ustalıklı bir kullanımını içeren; sürgün, nostalji, kuşak ve kültür çatışması gibi kavramlar üzerinde duran; oyuncu tarzıyla okura muzipçe göz kırpan keyifli, zevkle okunacak bir kitap.
Yorumlar
Yorum Gönder