CONSTANTIN GÖTTFERT - Steiner'in Hikayesi
Bu
kitabı yeni çıktığında görmüş, arka kapak açıklamasından güzel olabileceğini
düşünmüştüm... Sabit Fikir’de Ömer Türkeş’in yazdığı ayrıntılı tanıtımda ‘’Temasal zenginliği, çok katlı okumalara
izin veren yapısı, ironik anlatımı ile Steiner’in Hikâyesi, bu yıl içinde okuduğum en iyi romanlar
arasına giriyor.’’ ifadesini görünce de harika
o zaman alayım demiştim... şimdi sırası geldi ve okudum...
Göttfert
1979 doğumlu Viyana Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş,
müzikle de ilgilenen Avusturyalı bir yazar, bu ikinci romanı... bu kitapta
başarılı bulduğum, ülkesinin göçmenlere/sığınmacılara olan bakışını çok
dürüstçe dile getirmesi oldu... hiç eğip bükmeden olduğu gibi yazmış... ‘’Burası Avusturya demekti bu bakış,
buraya kimse giremez! Doğudan gelen tehlike –yüzyıllardan beri korunan bir
Avusturya korkusu... Burada medeniyet, karşıda barbarlar... Demir Perde’nin
yeniden inşasından başka bir şey istemeyen insanlar olduğunu biliyordum. Bu sefer
–böyle demişti bir polis tamamen ciddi bir yüz ifadesiyle- dikenli tele elektrik
vermek istiyormuş. (.....) Demir Perde’nin inmesinden dolayı başlarda duyulan
ferahlık çok çabuk yerini bu ülke için karakteristik olan yabancı düşmanı sıkıntıya
bıraktı. (syf:166)’’
Ve
fakat bunun dışında kitaptan hiç mi hiç hoşlanmadım... ne konusu ne de anlatımı
güzeldi, benim için tamamen lüzumsuz
bir roman oldu... yarısında bırakayım diye düşündüm ama biraz zorlayarak sonuna
ulaştım ve hissettiğim büyük bir zaman kaybıydı...
Ina
12 yıllık evli, doğumuna bir ay kalmış hamile bir kadın, kocası Martin öğretmen
ve Avusturya-Slovakya sınırında bir yerde oturuyorlar... kadının ruh hali çok
gelgitli, büyük babasının ölümünden sonra bu durumu iyice artıyor, kocasını
terk ediyor ve büyükbabasının geçmişini araştırma takıntısına saplanıyor...
büyükbaba ‘’Karpat Almanları’’ndanmış, kocasına haber vermeden çocuğu doğuruyor
ve kucağında 2-3 aylık bir bebekle büyükbabanın köyüne doğru yollanıyor... arka
kapakta ‘’Martin ona eşlik ediyor’’ deniliyor ama öyle bir şey yok, zavallı
Martin büyülenmiş gibi elinde hiçbir ipucu olmadan karısını arıyor aslında...
birde ben böyle düz yazdım ama aslında tüm bunlar labirent biçiminde
anlatılıyor sürekli bir daire çizdiğinizi ve çıkmaz sokaklara saptığınızı düşünün
(Ö. Türkeş buna Kafkaesk bir anlatım diyor)... bu arada Karpat Almanları,
Morova Bölgesi, Avusturya, Slovakya sürekli gündemde...
Açıkçası
yayınevi bu kitabı neden çevirmek istemiş hiç anlayamadım, bana göre çok yerel
bir konusu var yani o yörede yaşayanlara bir şey ifade edebilir ama dünyanın
kalanını üstelik onlara oldukça yabancı bizi neden ilgilendirsin bu sorunun
cevabını bulamadım... eğer amaç göçmenlere/sığınmacılara (Avrupa'nın birinci lig ülkelerinin ikiyüzlü tutumuna) dikkat çekmek idiyse çok daha iyi romanlar bulunabilir görüşündeyim...
Son
olarak beni rahatsız eden; yeni doğmuş bir bebeğin, bu bebek bana hiç bir şey ifade etmiyor diyen bir kadının elinde
pis izbe bir feribotta, yıkıntı halinde bir evde dondurucu soğukta, köhne otel
odalarında sürüklenmesiydi... sürekli ‘’ bebek ölecek, ölecek’’ duygusuyla
okudum hatta sonuna doğru ben de, roman karakterleri de kadının bebeğini
öldüreceğini bile düşündük, neyse ki olmadı ama sürekli biri boğazımı sıkıyor
modunda okudum...
Bu
kitap acaba ne kadar satmıştır ve Ö. Türkeş hariç kaç kişi okuyup sevmiştir, çok
merak ediyorum doğrusu...
Çevirmen : Bilgin
Ölek
Sayfa Sayısı : 500
Basım Yılı : 2015
Yayınevi : Aylak Adam
Ina'nın büyükbabası yeni ölmüş ve ardında Ina'nın kafasını kurcalayan onlarca soru bırakmıştır. Ailesinin kökenlerini aramaya bugünkü Slovakya topraklarına doğru yola çıkan Ina'ya çocuğunun babası ve romanın anlatıcısı Martin eşlik edecektir. Demir Perde'nin çöküşü ile birlikte failler ile kurbanlar, kazananlar ile kaybedenler ve Doğu ile Batı arasında gerçekleşen bu yolculuk sizi suç, acıdan kaçınma, ihanet gibi kavramları tekrar düşünmeye sevk edecek. Günümüz Avusturya edebiyatının önemli yazarlarından Constantin Göttfert, Steiner'in Hikâyesi'nde bir insanlık dramını masaya yatırıyor.
"Bir kaza veya korkunç bir şey olduğunu sandı. "Ne oldu ki?" diye sorduğunu ve Ina'nın ağladığını duydum, çünkü yine kendini saçma bir umuda kaptırmıştı. Yine hattın öbür ucunda umduğu baba yoktu. Düşündüm ki, o da bu hayal kırıklığını aynı şekilde hissediyordu."
Hayal kırıklığı gerçekten,insan kaybettiği zamana acıyor, bunu okuyacağıma daha önceden okuyup sevmiş olduğum bir kitabı okusaydım keşke diyor:) neyse arada bir böyle de oluyor işte, sevgiler:)
YanıtlaSilEvet oluyor yapacak bir şey yok:( yorum için teşekkür ediyorum. sevgiler:)
Silay sizin hoşlanmamanızı kayda değer bulup , bu kitabı okumayacağım :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Eylem Hanım, umarım sizi yanıltmış olmam :)
Siltamam okumam. farklı yazar keşfedip iyi çıkması da büyük mutluluk amaaa oluncaaa :)
YanıtlaSilBunda çok feci yanıldım:(
Silaaaa çok heves edip almıştım:/ bayaa bir süre elim gitmez artık..
YanıtlaSilTüh kötü oldu bu:) ama merak ettim şimdi acaba siz okuyunca ne düşüneceksiniz?
SilKitabın ilk on dört sayfasına kadar gördüğüm bir sürü Türkçe yanlışı beni çok üzdü ve romandan uzaklaştırdı. Dili iyi bilmekle, iyi roman çevirmeni olmak çok farklı şeyler. Basit bir örnek : “...sadece sürüklenen bir parça tahtaydı vuran” şeklinde çevrilmiş bir cümle var...Oysa :sadece sürüklenen bir tahta parçasıydı vuran” denilseydi, daha doğru olurdu. On dört sayfada buna benzer sekiz tane bozuk ifadeye rastladım. Ömer Türkeş çeviriye niye değinmedi, anlamadım...
YanıtlaSilKitabın künyesinde Avusturya Federal Yönetim BAŞBAKANLIĞI’nın çeviri desteği ile yayımlandığı yazılı...İronik...
Çok haklısınız çeviri çok önemli, bir anlamda kitabı yeniden yazmak demek. Herkesin çeviri yapmaması görüşüne katılıyorum. Teşekkürler
SilBen de teşekkür ederim. Selamlar...
SilBomboş bir kitaptı. Kesinlikle bir edebi eser değildi.
YanıtlaSilBelki kendi ülkesinde anlamlı olabilir ama dilimize çevrilmesi gereksiz olmuş.
Sil